Haftaya Bakış (249): Özel'in kırmızı kartı | Akdeniz Belediyesi'ne kayyum | Ülkücülerin Öcalan kavgası

10.01.2025 medyascope.tv

10 Ocak 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine Kemal Can'la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba. Hâlâ Ankara'dasın.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Ama haftaya buradasın diye düşünüyorum. Konuşacak epeyce husus var ama en sıcak olayla başlayalım. Bu sabah Mersin'de DEM Partili Akdeniz Belediyesi'ne kayyum atandığı haberi geldi. İki eş başkan ve bazı belediye meclis üyeleri gözaltına alındı. Bu, tam da İmralı heyetinin partilerle temaslarının ardından oldu. İmralı heyeti, İYİ Parti dışında meclisteki partilerle görüştü. AK Parti’den grup başkanıyla ve genel başkan vekilleriyle görüştüler. Yarın Selahattin Demirtaş'la görüşmek için Edirne'ye gidiyorlar. Pazar günü Kandıra'da Figen Yüksekdağ’la görüşecekler. - Başka kimse var mı bilmiyorum ama Figen Yüksekdağ'ın olduğunu biliyorum ve orada bir tur tamamlanmış olacak. Sonrasının ne olacağını bilmiyoruz. Bunları konuşurken kayyum meselesiyle birlikte konuşmak lazım.
Biliyorsun, en son Van Bahçesaray Belediyesi’ne kayyum atanmıştı. Aslında bir süredir kayyum atanmıyordu, hatta, “İktidar bu süreci, açılımı çok ciddiye alıyor. Kayyum atamalarından vazgeçildi” gibi yorumlar da gördük. Ama dün Erdoğan-Bahçeli görüşmesinin ardından bu kayyum ataması geldi. İyi polis-kötü polis teorisi ortaya atıldı. Tabii burada iyi polisin Bahçeli, kötü polisin Erdoğan olması gibi tarihsel olarak garip bir durum var. Daha önce görünen hep bunun tersini görüyorduk.
Bir başka teori de aslında ikisinin bunlara birlikte karar verdikleri. Hakan Fidan'ın, özellikle Suriye’yle ilgili verdiği mesajları, Erdoğan'ın da verdiği, “Bir gece ansızın gelebiliriz” mesajını zaten biliyoruz. İktidar bu süreçte hiçbir şekilde pazarlık ediyormuş havası vermemeye çalışıyor. İktidarın, bir şey vermeden karşı tarafı silah bırakmaya ikna etmek ya da mecbur kılmak gibi bir perspektifi var sanki. Ama Bahçeli'nin konuşmalarında ki Salı günkü konuşmasında da yine öyle bir hava yoktu; yine kardeşlik, barış sözleri vardı; sonra ona değineceğiz. Kürtlerle barışıp, kendi hareketi içinden gelen eleştirilere karşı çok sert bir tavrı vardı. DEM Parti'ye güvercin, diğer ülkücülere karşı şahin bir Bahçeli gördük. Gerçekten her kafadan bir ses çıkıyor ve sanki bu göstere göstere yapılmış bir şey. Sanki değil tam olarak öyle. “Bir şeyler değişiyor mu?” derken, bir de DEM Parti'nin elindeki ender belediyelerden birisi olan Mersin Akdeniz Belediyesi’ne bir müdahalede bulunuldu. Aslında tam sıfat bu mu bilmiyorum, ama burası siyasi olarak stratejik bir belediye; CHP'nin elindeki Esenyurt’un Akdeniz versiyonu gibiydi. Sen nasıl görüyorsun bu kayyum meselesini?
Kemal Can: Zaten Esenyurt’a kayyum atanmasından hemen sonra Akdeniz Belediyesi'ne de bir hazırlık yapıldığı tartışmaları olmuştu. Hemen ertesinde bunun da gelebileceği söylenmişti zaten. Dolayısıyla, akla böyle bir paralelliğin gelmesinde şaşırtıcı bir şey yok. Ben, senin çizdiğin özetteki yaklaşımlar açısından, meseleye biraz daha farklı bakıyorum. Şöyle bir şey var: Bu kayyum meselesi, baştan itibaren, Bahçeli'nin başlattığı bu sürecin nasıl ilerleyeceği konusundaki tartışmalarda, hemen Bahçeli'nin çıkışının peşine gelmişti ve klasik sopa-havuç sistematiği içerisinde bir yere oturdu. Senin söylediğin gibi, Erdoğan'la Bahçeli arasında bir mutabakat, ama aynı zamanda da bir rol paylaşımı olduğu tezi çok yaygın bir kabul görüyor. Fakat bu sürecin temel esprisi, DEM Parti’yi öncelikle Mecliste, daha sonra biraz ikna edebilirse tabanında, bu süreç ihtimaliyle oyalayıp ya da tabir yerindeyse kandırıp yahut da daha kaba yorumlarda bunu bir at pazarlığına çevirip, iktidarın anayasa değişikliği gibi, seçim operasyonu gibi, Erdoğan'ın yeniden seçilmesi gibi kısa dönemli ihtiyaçlarına karşılık gelebilecek hamlelerde hem muhalefet blokunu dağıtmak hem de DEM Parti’yi milletvekili aritmetiği açısından kullanmak. Burada hem bir yandan geri planda söylentisiyle gündemde tutulan vaatleri, bir yandan da açıktan icra edilen sopaları kullandığı söyleniyordu. Aslında bu meselede bir çelişki yok. Dolayısıyla, bu işin iki tarafı da aynı amaç için kullanılıyor diye düşünülüyordu. 
Açıkçası ben hem Erdoğan'la Bahçeli arasındaki fark meselesine hem de bu sürece yüklenilen misyona, başından itibaren biraz daha farklı bir pencereden bakıyorum. O da şu: Ortada bir süreç var. Ama bu süreç, önceki iki süreçte denendiği gibi özellikle de Kürt kamuoyuna dönük birtakım pozitif vaatler içeren ve bu vaatler üzerinden bir ikna süreci, bir beklenti yaratarak ilerlemiyor. Başından itibaren böyle kurgulanmadı. O yüzden ben, DEM Parti’yi küçük bir operasyona razı etmek için ‘’DEM Parti oyalanıyor, aldatılıyor’’ fikrine çok yakın durmadım. Çünkü Bahçeli dâhil, kimsenin aldatma için kullandığı bir enstrüman yok. Demin senin de söylediğin gibi, şu anda iktidar kanadının en güvercini Bahçeli görünüyor, ama onun sözlerinde de şimdiye kadar hiçbir vaat duymadık. Tam tersine, en başından itibaren Kürt meselesinin sorun olarak konuşulmasına bile itiraz etti; bunun bir siyasi süreç olarak ele alınmasına asla imkân olmadığını söyledi. Kardeşlik, barış diyor, ama süreci, tıpkı, ‘’yapılması gerekenleri yaparsanız zaten bu kardeşlik ve barış kendiliğinden olur’’ anlamına gelecek bir talimatname olarak ortaya koydu. 
Şimdi son dönemde, özellikle Suriye'deki gelişmeler, Hakan Fidan'ın tekrar askeri operasyonu da güçlü bir seçenek olarak gündemde tuttuğu, daha önce bir görev listesi biçiminde PYD için yapılması gerekenler listesini tekrar ettiği ve bunu bir zorunluluk olarak ortaya koyduğu, bu zorunluluğun kısmen Amerikalılara da kabul ettirilebileceği ya da ettirildiği kulislerinin yayılmaya başladığı bir zamanda, pat diye bu kayyum hamlesi geldi. Bu anlamda, sürecin başından itibaren, özellikle İmralı'nın, Öcalan'ın inisiyatifiyle Kürt siyasi hareketine ve Öcalan'a bir çıkış planı, bir mecburiyet olarak sunulduğunu, bir vaat ve pazarlıktan çok, kendi tabanlarında ortaya çıkabilecek reaksiyondan kaçınmak için, bir pazarlık yapılıyormuş havası vermek, bir pazarlık gibi sunmak istemediğini düşünüyorum. Senin de dediğin gibi birçok insan haklı olarak şöyle yorumlar yapıyor, kuşkusuz böyle bir tarafı da var. Alınanlar verilenler meselesinin biraz gölgede tutulmasının böyle bir tarafı var elbette. Ama ben bu sürecin bu al-ver işinden daha başka biçimde kurgulandığını ve Kürt tarafında iyimser olan yorumların tamamında, Türkiye'nin veya iktidarın hem sıkışmışlık yüzünden hem dış konjonktür hem de iç gerilimler yüzünden, Kürt meselesini çözmeye mecbur kaldığı gibi bir tez üzerinden yürütüldüğünü, bu yüzden sürece biraz iyimser bakıldığını görüyorum. Ama bunu doğrulayan hiçbir gerekçe yok. Hem atılan adımlarda bunu doğrulayan bir işaret yok hem de meselenin en başta sunuluşunda böyle bir içerik görünmüyor. Ayrıca, şu anda birdenbire iktidarın Kürt meselesini çözmek gibi bir önceliğinin neden doğduğunu anlatabilecek ne iç ne dış dinamikler çok güçlü.
Ama buna karşılık daha genel bir siyasi tanzimin içerisinde, Kürt tarafının, Kürt tarafı derken, tabii ki özellikle Kürt siyasi hareketi PKK/PYD ve asıl olarak İmralı'nın temsil ettiği ve onun nüfuz edebileceği düşünülen Kürt hareketini kastederek, onları mecburiyetlerine ikna etmek, ‘’tarihi fırsat’’ denilen şeyi, aslında bir çıkış kapısı olduğunu, buradan çıkış dışında bir seçenek olmadığını, bu çıkış seçeneğinin de iktidar tarafından sunulup değerlendirilmesi gerektiğini anlatan bir sürecin içerisinde ilerlediği fikrindeyim. Dolayısıyla, ben baştan beri böyle bakıyorum ve henüz bunu değiştiren çok önemli gelişmeler olmadı. Böyle bakıldığında, kayyum meselesi de Suriye'de askeri operasyon ihtimalinin ikide bir gündeme getirilmesi de çok şaşırtıcı şeyler değil. Çünkü daha önceki süreçlerde olduğu gibi, DEM Parti tabanını ve DEM Parti’nin kendi fonksiyonunu ikna ve vaatlerle değiştirmeye zorlayacak bir şey yok. Öcalan'ın ev hapsi gibi şeyler gündeme getiriliyor, ama o, Öcalan'ın fonksiyonunu arttırmak için bir adım olarak ortaya konuyor. Bahçeli'nin ilk çıkışında söylediği, “Silahlar bırakılacak ve örgütün lağvedildiği ilan edilecek,” noktasından bir adım geriye gidilmiş değil. Dolayısıyla, şimdi gelinen noktada bunun basit bir pazarlık olarak ilerlediğini doğrulayan, pazarlığın diğer tarafında neyin masaya konulduğunu gösteren hiçbir bilgiye sahip değiliz. O yüzden, önümüzdekilerle konuşmak zorundayız. Ama önümüzdekilere baktığımda, önümüzdeki en büyük kısmı da söylenenler. İcraata ve söylenenlere baktığımda, başlangıçta konulan süreç için çizilen çerçevenin, konulan hedefin devam ettiğini düşünüyorum ve bu yüzden de kayyum hamlesini çok şaşırtıcı görmüyorum.
Suriye'deki gelişmelere gelirsek: Suriye'deki gelişmeler elbette ki başka dış faktörlere bağlı. Trump hadisesi dolayısıyla, Trump'ın göreve gelmesinden önce mi olur sonra mı olur, olmadan bir çıkış formülü bulunur mu bulunmaz mı, bunlar ayrı tartışmalar. Ama bu çerçevenin içerisinde bunların hiçbiri bana şaşırtıcı gelmiyor. Çünkü işin, basit ikna, aldatma ve onun karşılığında geçici olarak bir derde çare bulma, bir aritmetik meseleyi çözmekten ibaret olmadığını, daha fazlasını isteyen, senin de dediğin gibi bir şey vermeden almak, bir şey vermeden çok şey almak şeklinde özetlenebilecek bir tasarımı olduğunu düşünüyorum açıkçası.

Ruşen Çakır: Kemal biraz da şundan konuşalım. Biliyorsunuz Müsavat Dervişoğlu dün Sinan Ateş'in vurulduğu yerde bir basın toplantısı yaptı. Ülkü Ocakları Başkanının kendisine yönelik olarak söylediklerine cevap verdi, ki söylenenler açıkça tehditti, Tabii işin ilginç yanı, Sinan Ateş eski Ülkü Ocakları Başkanı, Yiğit Yıldırım da şimdiki Ülkü Ocakları Başkanı. Sen daha iyi hatırlarsın, Müsavat Dervişoğlu da yanılmıyorsam 1988’de…
Kemal Can: Evet, o da Ülkü Ocakları Başkanı’ydı.

Ruşen Çakır: Üç Ülkü Ocakları Başkanı, Devlet Bahçeli ve bir yerde de Semih Yalçın devreye girdi. Semih Yalçın devreye girince işin içerisine Ümit Özdağ'ı da kattı. Müsavat Dervişoğlu’na ‘’Müsait Dervişoğlu,’’ Ümit Özdağ’a da ‘’Ümitsiz Vaka Özdağ’’ diyor ve dili çok sert. Müsavat Dervişoğlu Bahçeli’ye “Biz seni kimlerin topaç gibi çevirdiğini biliyoruz’’ demişti. Buna karşılık Ahmet Yiğit Yıldırım ona, “Dansöz” dedi. Sonra Semih Yalçın’ın söylediği o kadar çok şey var ki, bir liste hâlinde sıralanabilir, bir de çok tumturaklı. Dün yaptığım yayında https://medyascope.tv/2025/01/09/ulkuculer-arasi-kavga-kizisiyor-video/ da söyledim: Müsavat Dervişoğlu basın toplantısını yapıyor; On beş yirmi dakika sonra, Semih Yalçın sosyal medya hesabından çok uzun bir paylaşım yapıyor. Belli ki önceden hazırlamış, bazılarını da televizyondan izleyip eklediği, çıkarttığı birtakım şeyleri paylaşıyor. Buna polemik denir mi bilmiyorum, aslında bu polemiğin ötesinde bir şey. Çok sert laflar var: “İçişleri Bakanı, benim korumalarımı alın. Hadi bakalım gelin. Ateşle oynuyor…” gibi laflar. Ama dün yayını bitirirken, “Sonunda Ülkücüler ufak sıyrıklarla atlatır, olan bize, sana, bana olabilir” dedim. Ülkücü hareketin tarihinde böyle garip şeyler de var. Bir bakıyorsun, kavga edenler daha sonra aynı partide birlikte siyaset yapıyorlar. Mesela, şimdi isimlerini vermeyelim ama, kongreyi sürecinde Devlet Bahçeli’ için bir tür koruma görevini üstlenen insanların üzerlerine şimdi çarpı atıldı. Fakat o sırada başka şey yapanlar, Bahçeli'nin yanında ya da başka yerdeler. Böyle garip bir şey var ve olayın ekseni de tabii ki Öcalan. Öcalan'ın Meclis’te konuşması… Öcalan'ın ev hapsi ihtimali, umut hakkı ihtimali… Karman çorman bir şey.
Bu kavga daha sürer mi? Çünkü burada bence ilginç bir şey var. Bu, Devlet Bahçeli'nin söyledikleriyle Ekim ayından beri başlayan bir süreç. Başta İYİ Parti olmak üzere, Ekim’den beri de kendisine yönelik sert eleştiriler var. Mesela o ip yollandı. Bahçeli bunlara genellikle çok fazla değinmiyordu. Çok üstü kapalı, geçerken bir iki cümle ediyordu. Ama bu konuya hasretmiş. Salı günkü konuşmasında, parti adı vermiyor ama cümlenin içerisinde bayağı uzun ip lafı var, Zafer lafı var. Bahçeli bunu dert edinmiş. Bunu bilerek mi yapıyor? Bilerek mi yapıyor derken, bir oyun mu kuruyor, yoksa gerçekten çok mu öfkelenmiş, onu da çıkartamadım, bilmiyorum. Sen daha iyi yorumlayabilirsin. Bahçeli bunu sırf buradan ortalık karışsın, burada gündemi karıştıralım diye mi yapıyor, yoksa hakikaten gelen tepkilere çok öfkelendi ve onlara mı cevap veriyor? Açıkçası çok kestiremedim. Garip bir şey var. Çok sert laflar havada uçuşuyor, meydan okumalar… Sürekli o ona bir şey diyor, bu buna bir şey diyor. Bunu mecburen mi yapıyor yoksa bilerek mi yapıyor? Buna mecbur mu kaldı yoksa irade olarak böyle bir oyun mu kuruyor? Sen ne dersin?
Kemal Can: Ülkücü hareket ve MHP çok uzun bir zamandır Türk siyasi hayatında var, ama bu parti, dışarıdaki imajından daha farklı bir iç yapıya sahip. Kurulduğu andan itibaren iç şiddet potansiyeli çok yüksek bir yapı. Hatırlarsan, daha önce de MHP'nin adının geçtiği, sosyal medya üzerinden veya çeşitli tehditlerle, saldırılarla anılan pek çok olay oldu ki bir tanesi kendi Ülkü Ocakları Başkanı’nın cinayetiyle sonuçlandı. Bu olayların çoğunda aslında, “Neden bu oldu? Üstelik böyle şeylerin olması imaj açısından daha zararlı. Niye böyle şeylere kalkışıldı?” sorusunun cevabı, bu siyasi kültürün yapısı.

Ruşen Çakır: Bağlantın kesiliyor Kemal. İstersen özetle, hızlı bir şekilde bitirelim yoksa olmayacak…
Kemal Can: Evet bugün bir bağlantı sorunu var. O zaman kısaca şöyle söyleyeyim. Ben bunun biraz erken bir baraj kurma hamlesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu süreç, bu tartışmaları devam ettiren bir gündem olacak. Bu gündemde de herkes kartlarını çok yüksekten açtı. Zaten Bahçeli çıtayı en yüksekten kurduğu için, bunun reaksiyonları da çok yüksek seyrediyor. Hadisenin böyle geliştiğini, iki taraf açısından da biraz maksatlı yükseltildiğini düşünüyorum. İYİ Parti ve Müsavat Dervişoğlu yüksekten gitme ihtiyacı duyuyor. Çünkü zayıf bir çıkışla, MHP ve Bahçeli’yle baş etmesi kolay değil, çok zor bir pozisyonda. Ama karşılığında da tabii ki yüksek bir reaksiyon görüyorum.

Ruşen Çakır: Peki Kemal, kırmızı kartı olayını da konuşalım. Dün Özgür Özel, “Saat 15.00’te sürprizimiz var, bir olaya start veriyoruz” dediği o açıklamayı yapınca, yayında söyleyemedim ama açıkçası ben ‘Önümüzdeki seçimlerde Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu'dur’’ açıklamasını yapacağını düşündüm. Öyle bir söyledi ki, bir sürpriz var, bir süreç başlıyor… Hakikaten acaba ne olacak diye merak ettim. Kendimi saat 16.00’da Müsavat Dervişoğlu'nun basın toplantısını izlemeye ayarlamıştım. Saat 15.00’de bu konu çıkınca, “Allah, bugün çok hareketli geçiyor. Bakalım ne olacak? Müsavat Dervişoğlu'nun söyledikleri gölgede mi kalacak?” derken, ortaya kırmızı kart meselesi çıktı. O açıklamaya ben dâhil insanlar tepki gösterdiler. Sen ne dedin bilmiyorum ama, “Bu muydu?” diye tepki gösterdik, şaşırdık. Dağ fare doğurdu gibi bir şey oldu. Ama CHP yönetimi insanların niye kızdığını, niye tepki verdiğini anlamamış. Onlar bunun hakikaten bir sürpriz olduğunu, gerçekten bir sürecin başladığını ve bu sürecin çok önemli olduğunu düşünüyorlar anladığım kadarıyla. Sence de öyle mi?
Kemal Can: CHP buna sembolik bir anlam yüklüyor. Bugünün siyasi gündeminin içerisinde, kırmızı kart metaforunun siyasi mesaj olarak meydanda kullanılması çok fazla nahif kaldı. Hem nahif hem de biraz arkaik bir şey. Ama onlar bunu, bir tür erken seçim, yani iktidarı değiştirme talebinin sembolü gibi kurgulamışlar. Şimdiye kadar hep ‘’CHP erken seçim istesin, artık iktidarı seçime zorlasın’’ diye gelen baskı vardı, bunun işaretini vermek gibi düşünmüşler, onun için de verilen reaksiyonu çok anlamamış olmaları bundan kaynaklanabilir. Siyasi iletişim açısından benim üstüme vazife değil, bunun çok fazla uzmanı var, ama açıkçası, bu mesajı laf olarak ortaya koymanın, böyle çok etkisiz ve eski bir sembol kullanmanın yeteceğini düşünmüşler. “İstiyordunuz, biz de ana muhalefet olarak erken seçim baskısına başlıyoruz. Bu da işareti” gibi bir havada yapıyorlar. Amaböyle bir havayı yaratabilmek için bunun karşılığı olan bir siyasi hareket yaratmış olmanız lazım. Sokakları doldurmuş olmanız, buna göre bir baskı oluşturmuş olmanız lazım. İktidarın bunu üstünde bir baskı olarak hissederek, birtakım şeyler yapıyor olması lazım.  Medyadan sokaklara kadar, bütün kanallardan bunun göstergesi olabilecek birtakım şeyler duyuyor olmamız lazım. Böyle bir dalga yokken, “İstediniz, biz de iktidara git diyoruz” demenin, iktidara ‘’git’’ demiş olmanın çok büyük bir şey olduğunu iddia ediyorlar.
CHP, bu normalleşme sürecinde iktidara neredeyse danışmanlık yapan, “Yapmayın, o yanlış oluyor. Şöyle yapın, biz de size bu konuda yardımcı olalım” gibi bir politik fonksiyona çekilmişti. Şimdi, ‘’Biz iktidarı değiştirmek için varız’’ iddiasını hatırlamayı, büyük bir siyasi adım gibi kurguluyorlar. Evet, bu önemli bir siyasi adım. Ana Muhalefet Partisi'nin iktidarı değiştirme iddiasını meydanlara taşıyarak, bunu bir siyasi talep hâline getirmesi önemli bir aşamadır. Ama hem yaptığınız sembol çok nahif, eski ve demode bir şeyse, hem de bunu karşılığı olacak bir dalgayı, bir havayı yaratmadan yapmışsanız, bu, ancak reaksiyon görür. Bence böyle bir açmazın içindeler. Çünkü bu sürecin başlamasından birkaç hafta sonra, “Normalleşme devam ediyor. Biz de bu normalleşme çizgisinde devam edeceğiz” açıklaması yapmış ve daha sonrasında da siyasi gündemin içerisinde iyice etkisizleşmiş bir ana muhalefet partisi var. Dolayısıyla, değil genel kamuoyu, kendi seçmeni bile laftan çok, etki bekliyor. Lafın kendisi, zayıflığı bir tarafa, bu etkinin karşılığı olabilecek hiçbir şey içermiyor, Bu sebeple, bu reaksiyonun neden anlaşılmadığının belki haklı gerekçeleri var, ama çok da beklenmedik bir şey değil açıkçası.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu bir not olarak düşmek istiyorum: Biliyorsun, Türkiye Belediyeler Birliği Suriye'ye bir heyet yollayacaktı. Şam Valiliği’nden randevu alıyorlar. Birkaç saat sonra Şam Valiliği arayıp, “Erdoğan'ın ziyaretinden önce böyle bir şeyi yapmak doğru değil,” diyerek randevuyu iptal ediyor. Onun üzerine heyet gitmekten vazgeçiyor. ‘’Muhalefet şunu yapmıyor, bunu yapmıyor’’ diyoruz ama yapmak istediği zaman da belli ki önüne engel çıkartılıyor. Bu herhalde Suriye'deki Şam Valiliği’nin aklına sonradan gelen bir şey değil. Belli ki Ankara onların bunu yapmasını istemedi. Buradan da, muhalefetin, bir şeyler yapmak istediğinde, bunun rahatsızlık yaratabildiğini anlıyoruz. Aslında bu çok sembolik bir şeydi Oraya gidecek olan heyet ne yapacaktı ki? Nihayetinde insanlarla görüşecekti, karşılıklı işbirliği imkânlarını konuşacaklardı. Ama Ankara ona bile tahammül edemiyor. Bu bence anlamlı bir gelişme. Bugün Ekrem İmamoğlu bu konuyu dile getirdi. Bu aynı zamanda, Erdoğan’ın yakında gidip Emevi Camii’nde namaz kılacak olduğunu da gösteriyor. Ama orada da birtakım ince noktalar var. Oziyaret hakkında en çok söylenen, en çok tartışılan husus, Erdoğan’ın oraya gitmesinin, Arap dünyasında bir tehdit olarak algılanması ihtimali. Suriye'nin, Türkiye’nin tam denetiminde bir ülke olma ihtimalinin, Arap dünyasında rahatsızlık yaratacağı da söyleniyor ve bu anlamda da orada bir ayar yapmaları gerekiyor. Ama Erdoğan Suriye'ye gidecek, öyle görünüyor. Gittiği zaman hem dünyaya hem de esas olarak Türkiye'ye mesaj verecek, öyle değil mi? Mesajı iç siyasete yönelik olacak.
Kemal Can: İlk turdaki konuşmayla ilgili olarak, Suriye, Türkiye için bir dış politika meselesi değil artık. Her boyutuyla bir iç politika meselesi.

Ruşen Çakır: Evet, Kemal, burada noktayı koyalım. Biraz kısa bir ‘’Haftaya Bakış oldu.’’ Senin bağlantın sürekli kopuyor. Artık haftaya stüdyoya geleceğini varsayıyorum, o zaman uzun uzun konuşuruz. Çok teşekkürler.
Kemal Can: İyi haftalar herkese. İyi hafta sonları.

Ruşen Çakır: Evet, izleyicilerimize de teşekkür edelim. Bu haftaki yayınımız biraz kısa oldu. Kemal Can'a teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
19.01.2025 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: “Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Suriye’deki kazanımların korunması”
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
10.01.2025 Haftaya Bakış (249): Özel'in kırmızı kartı | Akdeniz Belediyesi'ne kayyum | Ülkücülerin Öcalan kavgası
09.01.2025 Hatem Ete ile söyleşi: Türkiye seçimlere en erken ne zaman gider?
08.01.2025 Transatlantik: Yeni çözüm süreci tartışmalarının neresindeyiz? | Suriye'de HTŞ yönetiminde bir ay
07.01.2025 Arap dünyası yeni Suriye'ye nasıl bakıyor? Yusuf el Şerif ile söyleşi
05.01.2025 Esrarengiz bir süreç üzerine notlar
03.01.2025 Haftaya Bakış (248): Yeni çözüm sürecinde neler olacak? | DEM Parti'nin temasları | Kürşad Zorlu'nun istifası
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı